Amerikan bağımsız sinemasının en “derin” yönetmenlerinden Jim Jarmusch, 1980 yılından beri yirmi dokuz filme imza attı. Şüphesiz ki her bir Jarmusch filminin lezzeti, hissiyatı farklıdır ve her birinin çok sayıda izleyicisi vardır. Ancak, 2013 yılında seyirciyle buluşan “Sadece Âşıklar Hayatta Kalır” (Only Lovers Left Alive) filmi, vampir başkarakterleriyle yarattığı büyüleyici atmosfer, Mevleviliğe dair alt metni ve eko-sosyalist referanslarıyla oldukça akılda kalıcı bir yapımdır.
Jarmusch, “Sadece Aşıklar Hayatta Kalır”da Tilda Swinton ve Tom Hiddleston tarafından canlandırılan vampir çifti, entelektüel bohem burjuvalar olarak çiziyor. Ölümsüz oldukları için dünyanın zaman içerisindeki tahribatını deneyimlemiş, modern insan ve onun yarattığı endüstriye ve tüketim kültürüne nefret duyan; hoşnutsuz oldukları bu düzene sanat, edebiyat, bilim ve aşkla direnen vampirler, Adam ve Eve ismini taşıyor ve böylece Jarmusch yaratılış mitine de gönderme yapıyor.
Adam ve Eve’in Detroit’ten Fas’ın Tanca şehrine uzanan hikâyesi etrafında şekillenen filmde vampirler, alışılagelmiş vampir temsilinin aksine; sanat, kültür ve bilim üzerine entelektüel birikimin simgesi olarak konumlandırılıyor ve geniş bir bilgi birikimine, insan ile toplum üzerinde derin bir kavrayışa sahip olarak sunuluyor. Öte yandan, yönetmenlik kariyerinin yanı sıra müzikle de haşır neşir olan Jarmusch’un filmde yarattığı Adam karakterini, kendisinin bir izdüşümü olarak ele almamak mümkün değil. Filmin mekânlarından biri olarak Fas’ın Tanca şehrinin seçilmesi, Hippie kültürüne ek olarak Beat kuşağına da selam gönderiyor. Özellikle Tanca’daki ünlü “Cafe Baba” adlı mekânın, Gysin’in bir zamanlar Tanca’da işlettiği ve William Burroughs’la sık sık bir araya geldiği kafe olan “100 nuits” ismiyle filmde kullanılmış olması bu fikri destekliyor.
Filmin büyük çoğunluğu ise Detroit’te geçiyor ve kuşkusuz filmin mekânı olarak bu şehrin seçilmesi tesadüf değil: Bir zamanlar Amerikan otomotiv endüstrisinin merkezi ve Henry Ford’un ilk prototipini yaptığı yer olan Detroit’in 2013 yılındaki iflası, endüstriyel kapitalizmin çöküşü açısından sembolik bir öneme sahiptir.
Şehir, fabrikaların kapanması ile büyük oranda terk edilmiş, harabe görünümü almış ve Jarmusch da şehri, endüstrinin çökmesini simgelercesine karanlık, boş, terk edilmiş evler ve binalarla dolu olarak gösteriyor. Filmde Adam ve Eve’in yaptığı şehir turlarında bu yıkıntıları sık sık görüyoruz, fakat Jarmusch ve karakterleri bu yapılara üzüntü değil umutla bakıyorlar. Kırık dökük binaları saran vahşi otlar, doğanın zaferinin işareti olarak görülüyor. Detroit’in batması ve terk edilmesinin ardından bu bölgeye “yıkıntı turizmi” turları düzenlenmeye başlanmış ve bu, “yıkıntı pornografisi” kavramı üzerinden tartışılmış ve eleştirilmişti. Ancak Jarmusch’un karakterleri, pornografik zevki yıkıntılardan değil, endüstriyel kapitalist sistemin çöküşünden alıyor. Adam’ın şehri kesinlikle terk etmek istememesi ve su kaynaklarının Detroit’in yeniden küllerinden doğmasını sağlayacağına dair inancı, endüstriyel kapitalizm–doğa ikilemi konusunda Jarmusch’un bakış açısını net bir şekilde yansıtıyor.
Filmdeki endüstri karşıtı ekolojik hassasiyet, Joel Kovel’in eko-sosyalist yaklaşımıyla büyük paralellik gösteriyor. Kovel, dünyanın bir ekolojik ve ekonomik krizin sınırında olduğuna, insanın doğadan uzaklaşmasının dünyayı bir karanlık çağa sürüklediğine ve insanlığın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekmişti. Üstelik doğanın bir parçası olan insanın, ekosistemle bağlantısını vurgulamış ve ekolojik krizin, insanlar için varoluşsal bir kriz olduğunu belirtmişti. Jarmusch ise, bu krizden ancak aşıkların, Adam ve Eve’in çıkabileceğini gösteriyor.
Filmde entelektüel birikimi temsil eden vampirler, insanlar için zombi benzetmesini kullanıyor. Zombi; şartlanmış, kendi iradesi olmayan, toplu hareket eden yaşayan ölüler için kullanılan bir terim olarak göze çarpıyor. Adam’ın bir müzisyen olarak endüstrileşmeye ve popüler sanata olan eleştirel yaklaşımını da sık sık görüyoruz. Adam, hayranlarının kendisini bulmasını ve müziğinin elektronik ortamda kullanılmasını istemiyor; müziğin endüstrileşmesine karşı duruyor ve hatta Los Angeles’ı zombi başkenti olarak tanımlıyor. Bu konuyla ilgili bir başka önemli detay da, Eve’in kardeşi Eva’nın bir insanın kanını içtikten sonra kendini hasta hissetmesi üzerine, Adam’ın “Ne bekliyordun ki? Adam müzik endüstrisinden.” sözüyle ortaya çıkıyor ve Jarmusch’un müzik ve sinema endüstrisine olan eleştirisi daha da baskın hale geliyor. Yine benzer şekilde, Adam ve Eve Tanca’da Yasmin Hamdan’ı dinlerken Eve, “çok ünlü olacak,” diyor ve Adam, bunun olmamasını umduğunu söylüyor ve “bunun için fazla iyi,” yorumunu yapıyor.
Öte yandan, filmin açılış sahnesinde helezonik dönüş motifinin özellikle vurgulandığını görüyoruz. Jarmusch bir röportajında, filmdeki dönüş sahnelerinin Mevleviliğe bir gönderme olduğundan bahsediyor. Hatta filmin orijinal senaryosunda Mevlana’dan alıntılar olduğunu, ancak çekim esnasında fazla gösterişli duyulduğu için bu repliklerin çıkarıldığını söylüyor.
Mevlevilikteki Sema, evrenin oluşumunu, insanın hayata gelişini, Yaratıcı’ya olan aşk ile harekete geçişini ve kemale erişini temsil eder. Spiral şeklindeki döngü, hayatın akışı ve insanın tekâmülünü simgeler. Mevlevi inancına göre tekâmül, başlanılan noktaya geri dönmek yerine helezonlar çizer. Bu anlamda da Jarmusch’un karakterleri, bu helezonları sonsuza doğru çizmeyi sürdürerek tekâmüllerine devam ediyor; bu derinliğe sahip olmayan, dolayısıyla hep yerinde sayan sıradan insanı ise ötekileştiriyor.
Filmde 1960’lı ve 70’lı yılları hatırlatacak birçok gönderme var. Kullanılan müzikler, müzik aletleri, Adam’ın evindeki aksesuarlar bu dönemin izlerini taşıyor. Jarmusch’un söz konusu eklemelerle Hippi kültürüne gönderme yaptığını ve Hippi jenerasyonunun doğaya dönüş, kapitalizm ve savaş karşıtlığını kutsadığını söyleyebiliriz. Adam ve Eve, bohem burjuva karakterler olarak lümpen, bilinçsiz ve “zombi” sıradan insana yukarıdan bakıyor.
Ayrıca, Adam ve Eve’in temiz kan bulmanın zorluğundan ve insan kanının gittikçe kirlendiğinden bahsetmeleri de insanlığın dünyaya, çevreye ve dolayısıyla kendine yaptığı tahribatın bir sembolü olarak göze çarpıyor. İnsanın doğayı tahribinin vurgulandığı bir başka sahnede ise şu diyaloğu görüyoruz:
Adam: İnsan kanının yüzde seksen ikisi su. Su savaşlarına başladılar mı, yoksa hâlâ petrolle mi ilgileniyorlar?
Eve: Evet, yeni başlıyorlar.
Adam: Ancak çok geç olduğunda anlayacaklar.
Eve: İnsan vücudunun ne kadarı su?
Adam: Yüzde elli beş – altmış kadarı.
Eve: Peki dünya yüzeyinin ne kadarı?
Adam: Yüzde yetmişi okyanus ve ayrıca göller ve nehirler var.
Burada su, yaşamı ve doğayı simgeliyor. Adam da, endüstriyel kapitalizmin çöküşünü yaşayan Detroit’in kurtuluşunu suda, yani doğaya dönmekte görüyor. Güney şehirleri yanarken, Detroit’in su ile yeniden yükseleceğini söylüyor. Bu nedenle, şehrin sembolik önemi oldukça büyük. Güney şehirlerinin yanmasının sebebinin, yine insanın doğayı tahribatı tarafından tetiklenen küresel ısınma olduğu yorumunu yaparsak, Detroit’te endüstrileşmenin iflası, aslında Detroit’in kurtuluşu haline geliyor.
Diğer yandan, film boyunca zerafetlerinden ödün vermeyen, kanlarını hastaneden temin eden ve herhangi bir insana saldırdığını asla görmediğimiz Adam ve Eve, filmin sonundaki uzun açlıklarının ardından içgüdülerine yenilerek iki insana saldırma (ve onları dönüştürme) kararı verdiklerinde, yüz ifadeleri oldukça karikatürize edilerek sunuluyor. Burada yüksek kültürün, temel ihtiyaçlar devreye girdiğinde işlevsiz ve ikinci planda kaldığını görüyoruz. Adam ve Eve tarafından kanları içilerek vampirleşen ve böylelikle insan yaşamının kısıtlamalarından kurtularak sonsuzluğa ulaşan genç çift ise, yalnızca aşıkların hayatta kalacağına dair mesajı bir kez daha hatırlatmış oluyor.
Benzer şekilde, Adam’ın filmin başında intihar etmek için ahşap mermi bulması, fakat Eve’in yanına gelmesiyle intihar fikrini rafa kaldırması da aynı mesajı içeriyor. Jarmush burada, Çehov’un silahı kuralını ihlal ederek, gösterilen silahı patlatmıyor ve Adam, aşk sayesinde hayatta kalıyor.
Gül Esra Atalay – Bahar Muratoğlu Pehlivan
[PATHOS No.2’den alınmıştır.]
Görsel Tasarım: Ekin Urcan
Kaynaklar
Atkinson, N. (April 23, 2014). Interview with the vampire director: Jim Jarmusch on eternity and the fraud of Shakespeare in Only Lovers Left Alive. National Post. http://news.nationalpost.com
Anderson, M. E. (2012). Moving, writing, failing: Spatialities of ambivalence in Detroit’s ruinscapes. Research in Drama Education: The journal of Applied Theatre and Performance, 17 (2). 193-208.
Kovel, J. (2014). Ecosocialism as a human phenomenon. Capitalism Nature Socialism, 25 (1), 10- 23. Doi: 10.1080/10455752.2013.879800
Muratoğlu Pehlivan, B. ve Atalay, G. E. (2017). Aestheticizing the Downfall of Industrial Capitalism: Jim Jarmusch’s Tale of Intellectual Vampires in Zombies’ World. CINEJ, 6 (2), 33-48.
Slager, E. J. (2013). Touring Detroit: Ruins, representation and redevelopment (Unpublished master’s thesis). University of Oregon Graduate School, Oregon.
Vultee, F. (2013). Finding porn in the ruin. Journal of Mass Media Ethics: Exploring Questions of Media Morality, 28 (2), 142-145