İLK AŞKIN HATIRALARI
GIOCOMO LEOPARDI
Çeviren: Hale Ayız Pendezzini
Tıpkı herkesin yaptığı gibi alımlı kadınlarla konuşup sohbet etmeyi arzulayan güzelliğin hakimiyetine girdiğimden beri -bir seneyi aşkın bir suredir yani, epey ender rastlanan bir durum olarak da hoş kadınlardan tarafıma sadece tek bir tebessüm göndermiş olanlarla ki bu nadir anlar bana aşırı tuhaf ve harika bir şekilde tatlı gelip gönlümü okşardı, benim bu zoraki yalnızlığımın arzusu beyhude
bir çaba olmaktan öteye geçememişti.
Lakin gecen perşembe akşamı, tarafımdan memnuniyetle beklenen, hiç tanışmadığım ancak antik arzumun kendisini dışa vurmasını becerebileceğime inandığım, uzaktan akrabamız sayılabilecek, yirmi altı yaşında, daha önce hiçbir kadında görmediğim kadar uzun boylu ve iri yapılı, yüzüyse tam tersine kaba değil de güçlü ve narin arasında gidip gelen hatlara ve hoş bir renge sahip, kapkara
gözlu, kestane rengi saçlı Pesarolu Sinyora, elli yaşını aşmış şişman ve sakin kocasıyla evimize geldi. Bu hanımın, bizim Marcheli kadınlarımızdan apayrı, ama bilhassa tarifi güç belli bir nitelik bakımından farklı, Romagnalı ve bilhassa Pesarolu hanımlara özgü; nazik, bana göre ahenkli ve gösterişten uzak, yapmacıklıktan eser barındırmayan tavırları vardı.
O akşam Sinyora’yı ilk gördüğümde bende iyi bir izlenim bıraktı ama kendisiyle çok az konuştum ve bunun üzerinde pek durmadım. Cuma günü öğle yemeği öncesi ona ilgisizce iki laf ettim, sonra hep beraber yemek yedik, ben her zamanki gibi suskundum; ancak gozlerim oldukça güzel bir yüzde geziniyor olmanın temkinli ve meraklı hazzıyla (ki guzel bir tabloyu hayranlıkla incelerken duyabileceğim hazdan biraz daha fazlaydı bu), sürekli onun üstündeydi. İlk akşam yemeğinde tüm yaptığım buydu. Cuma akşamı kardeşlerim onunla kâğıt oynadılar ve ben onlara yoğun bicimde imrenmekteyken, başka birisiyle satranç oynamak zorunda kaldım. Kazanıp oyun hakkında bilgisi olmamasına rağmen tahmin yürüten Sinyora’nın övgüsüne nail olmak için (ama sadece onun övgüsüne, etrafımda daha bircok kişi olsa da) kendimi oyuna verdim; zira satranç onun beğenisini kazanmıştı. Berabere kaldık, ancak Sinyora o sırada diğer oyunla meşgul olduğundan bu sonucun üstünde pek durmadı ve ardından kartları bırakıp kendisine satranç taşlarının hareketlerini öğretmemi istedi; öğrettim ama diğerleriyle birlikte ve bu sebeple daha az zevk alarak. Ancak farkına vardım ki Sinyora bir çırpıda öğreniyordu ve o birbirini kovalarcasına öğretilen kurallar kafasını karıştırmıyordu (bana aynı şekilde öğretilseydi, hiç şüphe yok ki kafam karman çorman olurdu) ve
Sinyora’nın cok keskin bir zekaya sahip olduğunu düşündüm, ki aynı düşünceyi daha sonra diğerlerinden de işittim. Bu arada, kardeşlerimle oyunlarını görüp izlemem bende kendisiyle beraber oynamaya dair büyük bir istek; bu şekilde o hoş kadınlarla sohbet etme arzusuna erişme isteğini uyandırdı ve o hoş kadın ertesi akşam da bizde kalacaktı; bu durum içimi muazzam bir sevinçle dolduruyordu. Akşam yemeğindeyse yine her zamanki soğuk tefekkür. Ertesi günse bomboş
geçen gün boyunca tasalanmadan ve herhangi bir kaygıya kapılmadan keyifle oyun vaktinin gelip çatması icin bekledim; tam bir saadet haline ulaşacağıma inanıyordum, bu durumdan beni hoşnutsuz kılacak bir sonuç elde edebileceğim olasılığı kesinlikle aklımdan geçmiyordu. Vakit geldi, oyuna başladım. Oyun bittiğindeyse son derece mutsuz ve huzursuzdum. Çok fazla zevk almadan
oynamıştım ve annemin baskısıyla istemeden oyunu bırakmıştım. Sinyora bana nazik davranmıştı ve ben ilk defa güzel görünümlü bir kadını şakalarımla güldürmüş, onunla konuşmuş ve karşılığında bolca lakırdı ve tebessüm elde etmiştim. Buna rağmen niye mutsuz olduğumu kendi içimde sorguluyor ama cevabı bulamıyordum. Keyifle geçirilen vakit sona erdiğinde sıklıkla hissedilen, fırsatı iyi değerlendirmeden kaçırmış olmanın yol açtığı o kalp zehirleyici vicdan azabını duymuyordum. Yapılabilecek kadarını yaptım ve bekleyebileceğim kadarını elde ettim gibi geliyordu. Fakat çok iyi biliyordum ki duyduğum o haz tahmin etmediğim kadar bulanık ve belirsizdi ama sucu üzerine atabilecek hiçbir şey de göremiyordum. Yine de yüreğim yumuşacık ve sevgiyle doluydu ve Sinyora’nın yemek sırasındaki halini gözlemlerken kendisinin hareket ve konuşmaları çok hoşuma gidiyor ve yüreğimi git gide daha da ısıtıyordu; kısacası Sinyora ilgimi bir hayli cezbediyordu ve salondan çıkarken onun ertesi gün gideceğini ve benim bir daha onu göremeyecek olduğumu idrak ettim…
Özünde belli belirsiz bir huzursuzluk, hoşnutsuzluk, melankoli, biraz tatlılık ve bolca sevgi barındıran gönlümdeki hisleri ve neye karşı olduğunu bildiklerimle ne olduğuna dair ihtimal verdiğim şeyler arasından tatminkâr bir cevap elde edebildiğim arzuyu tahlil ederek yatağa uzandım. O ilk akşamın ve ardından gelen günlerin güçlü izleri sürekli olarak zihnimi meşgul ederken geç saatlere kadar düşünmeye devam ettim. Uykuya daldığım anlardaysa ateşli hastalığa tutulanlar gibi kartlar, oyun ve Sinyora arasında gidip gelen düşler görüyordum; düşüncelere dalıp gitmiş haldeyken düş gördüğümü sanıyor olsam bile… Rüyasını göreceğimi düşündüğüm şeyi aslında hiç rüyamda görmemiş olduğumun farkına varıyordum sanki. Duyduğum o hisler varlığımın tümünü hakimiyeti altına almış ve aklımla bir olmuşlardı, öyle ki hiçbir şekilde ve hatta uyku sırasında bile beni terk edemezlerdi.
[Devamı: PATHOS No.7’de]
Gertrude Cassi Lazzari. Baskı: Plinio Perilli tarafından duzenlenmiş olan ‘’Storia di un’anima’’,
Giacomo Leopardi. “Lo scrigno” koleksiyonu, 13, Carlo Mancosu Yayınevi, Roma, 1993