“‘Kediler çok kötü bir huya sahiptir (Alice buna daha önce dikkat çemişti): Onlara ne söylersek söyleyelim, bize daima mırıldanarak karşılık verirler. Keşke ‘evet’ demek için, mırıldansalar, ‘hayır’ demek için miyavlasalar veya benzer bir kurala uysalar da onlarla konuşmak mümkün olsa! Ama daima aynı şekilde karşılık veren biriyle nasıl konuşulabilir?’ Bu defasında siyah kedi sadece mırıldanıyor, ‘evet’ mi ‘hayır’ mı demek istediğini kestirmek imkânsız”.
“İşte olduğum hayvan”da -kendisine ayrılmış bir kitap olan Otobiyografik hayvan’da yer alan metinde -Alice harikalar diyarında’dan bu parçayı nakleden Jacques Derrida’dır. Bunu okuduğumuzda meselenin, hayvanların konuşup konuşmadıklarını, bir dilleri olup olmadığını bilmek olduğundan kuşkulanırız. Kuşkusuz mesele bu değildir –herkes köpeğinin ya da Hint domuzunun kendisine söylediklerini saatler boyunca anlatabilir! Derrida’nın söylemi tam da Alice’inkidir ve onu derhal bozuma uğratır: Hayvan tepki göstermekten öte bir cevap, yanıt verebilir mi? Cevabın ne demek olduğunu ondan öğrenebilir miyiz? Kime, neye cevap vermek? Kimin hakkında, ne hakkında cevap?
Erteleme, yapı bozum gibi kavramlar, Derrida’nın eserlerinin etiketidir, yapıtın bütün hedefi mevcudiyet metafiziğinin ve özdeşlik mantıklarınının sökümüdür. Ancak çalışmaları “metinleri” merkeze alsa da Derrida insan ilişkilerinin oluşturduğu dokuyu hiçbir şekilde bir yana bırakmaz ve Öteki adına dâimi bir endişeyi ortaya koyar; öteki karşısında bir hoşgörü etiğine, farkı insanlar arası karşılaşmaları başlangıç noktası olarak koyan bir diyaloğa, kurulmadan “oluşan” bir “açılıma” çağrılırız.
Her türlü yerleşikleşme, her türden sınır ve duvarın yükseltilmesi, “has” olanın her türden yapımı –bu ister “has” bir yurt, bir toprak, dil, beden, “kendilik” olsun yapılanmak için ötekine ve dışarıya ihtiyaç duyar; öyle ki gizlense de yadsınsa da başkalık en baştan beri iş başındadır ve yabancı, Derrida’nın kendi terimleriyle, her şeyden önce “ilk soruyu sorandır”. Fakat cevap veren kimdir? Birin ve ötekinin yüzyüzeliği nedir?
“İşte olduğum hayvan”da Derrida, buna olağandışı bir örnek veriyor. “Sık sık kim olduğumu görmek için kendime sorarım: çıplak halde, sesizlik içinde, bir hayvanın bakışıyla, örneğin bir kedinin gözleriyle yakalandığımda kimim ben diye; ve rahatsızlık duyarım, evet, sıkıntıyı aşmakta zorlanırım. Bu rahatsızlık neden? Utanç hareketini bastırmakta zorlanırım. Uygunsuz duruma karşı içimde yükselen itirazı susturmakta zorlanırım. Size kımıldamadan sadece görmek için bakan bir kedinin önünde kendinizi çıplak, cinselliğiniz ortada, cascavlak bulmaktaki rahatsızlıktır bu.”
Burada deneyimlenen neden utançtır? Neden utanç, kimden utanmak? “Bir hayvan gibi çıplak olmanın utancı.” Ama hayvan, kendi çıplaklığını bilmediği için çıplak değildir. “Beni çıplak gören kedinin karşısında, artık çıplaklık duygusuna sahip olmayan bir hayvan gibi utanabilir miyim? Yoksa tersine, kendi çıplaklığının anlamına sahip bir insan gibi mi utanırım? Öyleyse kimim? Olduğum kimse kim? Bu ötekine değilse kime sorulur? Yoksa bizzat kediye mi?”
Kedi cevap verir ve öncelikle kendi adına, kendi adıyla cevap verir – “kedi türü olarak ya da bir hayvan türü veya bir hayvan alemi olarak değil”. “Kedi bana, günlerden bir gün benimle karşılaşabileceği, beni görebileceği hatta çıplak görebileceği yere, mekânıma giren, yeri doldurulamaz canlı olarak gelir.” Ve eğer kendi adıyla, kendi adına yaklaşıp uzaklaşıyorsa bu, “varoluşun her tür kavrama baş kaldırması”ndandır, o aynı zamanda “ölümlü bir varoluş”tur zira, “bir isme sahip olduğu andan itibaren, ismi onu takip etmeye başlamıştır”: “isim onun mümkün ortadan kayboluşunu imler. Benimki de öyle – ve buradan, fort/da’dan kayboluş, çıplaklık söz konusu olsun olmasın, içimizden biri odayı terkettiği her sefer belli hale gelir”.
Derrida, son derece derin bir düşünüşün zikzaklarıyla, hayvanın “kendi olma yeteneği”ni, kendinden, kendine özgü devinimden etkilenme, canlı kendiliğinin izlerinden etkilenme kapasitesine sahip oluşunu” tanır. Yüzyüzeliği bozmamak için, daha fazla şey söylemeyeceğiz:
“Hayvan burada benden öndedir, burada yakınımdadır, önümdedir; ben de onun peşindeyim. Ve işte, önümde olduğundan, artık ardımdadır. Beni çepeçevre kuşatır. Ve burada -önümde- olan, kendine baktırır elbette; ama aynı zamanda felsefe belki de unutur onu… O hatta şu hesaplı unutuştur, bana bakabilir. Benimle ilgili kendi bakış açısı vardır. Mutlak ötekinin bakış açısıdır bu ve yakınım ya da komşumun mutlak başkalığını hiçbir şey bir kedinin bakışıyla kendimi çıplak bulduğum zamankinden daha çok düşündürtemez bana.”
Robert Maggiori
Çeviren: Devrim Çetinkasap
[Robert Maggiori, Bir hayvan bir filozof, 1984 Yayınevi, 2017]
Kapak illüstrasyonu: Nuri Kurtcebe